Persona 3 Reload – İnceleme

admin

Bu incelemeyi okuyan çoğu kişinin hayatında oyunlara bakış açısını değiştiren bir ya da birkaç oyun olduğunu söylesem yanılmış olmam sanırım. “Oyunlarla neler yapılabiliyormuş yahu?” dediğiniz ya da oynarken tecrübe ettiğiniz duygular yüzünden dibinizin düştüğü, emeği geçenler ekranı akmaya başladığında ekrana boş boş bakıp, içinizde bir boşluk hissi oluşturan, “E peki ya şimdi?” dediğiniz illaki bir oyun vardır.

Benim için böyle üç tane oyun var. Metal Gear Solid 3, 2000’lerin ortasında PS2 sahibi bir ergenken bana sözlükle oyun oynatan ve “film gibi oyun” tecrübesini yaşatan, oyunların daha neler yapabileceğini gösteren ilk oyundu. 2019’daysa Lost Odyssey oynarken ve oynadıktan sonra hissettiğim duygu selini uzun zamandır hissetmemiştim. Bu ikisinin tam ortasındaysa 2016 başında oynadığım, benim JRYO bağımlılığımın sebebi olan Persona 3 Portable var.

Benim için yeri apayrı Persona 3’ün. Oynadığım dönem, hayatımın en can sıkıcı ve yalnız kaldığım dönemlerindendi. Taşındığım evde internet yok, çevremde takılacak arkadaş yok… Ben de kendimi Persona 3 Portable’ı halka açık Wi-Fi’ların birinden PSP’me indirirken buldum ve daldım oyuna. 80 küsür saatlik bir maceradan sonra “Memories of You” çalmaya başladı ve ekrana içimde bir yandan tatmin olmuşluk, bir yandan da bir boşluk hissiyatıyla baktım. Bu oyun kesinlikle oynadığım en iyi oyundu ve daha fazlasını istiyordum. Böylece kendimi Persona ve JRYO çukurunda buldum.

Ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, Persona 3 Reload tam olarak o oyunun nihai versiyonu. Peki Reload’u, The Answer ve kız ana karakter gibi önemli ama seveni de sevmeyeni de bol içeriklere sahip olmamasına rağmen Persona 3’ün nihai versiyonu yapan şey tam olarak ne? Açıklayayım ufak ufak…

*DERİN NEFES, DERİN NEFES*

En basitinden gidecek olursak, oyun gerçekten güzel görünüyor. Persona 3 FES’i PS2 oyunu olduğundan, Persona 3 Portable’ı PSP oyunu olduğundan oynatamadığım insanlar var ve çoğu da haliyle Persona 4 ya da Persona 5’e yöneliyordu ilk oyunları olarak. Bu da bir Persona 3 seven olarak üzüyordu beni. Şimdi menü tasarımından tutun karakter modellerine kadar Persona 5’in getirdiği görsel şöleni devam ettiriyor Reload da. Görsel olarak güzel yaşlanacak gibi görünmesi, kendimi yıllar sonra “Ya bir Persona 3 atayım” dediğimde kesinlikle dönüp oynayacağım versiyon yapıyor rahatlıkla.

Bunun yanı sıra, PS2 döneminden kalma birçok arkaik oyun tasarımı tercihinin de uçurulmuş olması bir hayli tatmin edici bir değişiklik. Persona 3 her ne kadar benim favori Persona oyunum olsa da Persona 4 de, Persona 5 de özellikle oyuncu tecrübesi ve oyun tasarımı konusunda bir hayli yol kat etmişti Persona formülünde. Persona 3’ün seri için dönüm noktası bir oyun oluşunun ve neyin işe yarayıp neyin işe yaramadığını deneyip görmelerinin büyük bir etkisi var tabii. Reload’da 4 ve 5’in getirdiği birçok yeniliği görmek de bir hayli doğal oldu.

Bunların başını da, en azından benim için “Bağlantılı Bölümler” çekiyor. Oyunun spesifik bölümlerinde beliren bu Bağlantılı Bölümler, sadece SEES’teki (Türkçe kısaltması UMDİB, tuhaf evet) ekip arkadaşlarımızla daha fazla bağ kurup kaynaşmamızı sağlamıyor, oyunda belirecek olan diğer karakterlerle de daha fazla bağ kurmamızı sağlıyor. Ek olarak bağ kurduğunuz kişinin ya da kendinizin yetenek puanlarını da yükseltme gibi bir artısı da var. Fakat benim bu Bağlantılı Bölümler’i sevmemin en büyük sebebi, Persona 3’ün bence en büyük eksilerinden biri olan UMDİB ekibimizdeki erkek karakterlerin herhangi bir sosyal bağ seçeneği olmayışını kapatıyor olması. Junpei ve Akihito’nun sadece oyun senaryosu izin verdiği sürece bir karakter gelişimi olması, özellikle sonraki Persona oyunlarını oynadıktan sonra canımı sıkan şeylerden olmuştu.

Karakterleri derinleştiren tek şey bu yeni Bağlantılı Bölümler değil tabii. Reload’la beraber oyuna UMDİB ekibiyle beraber yapılabilecek bir sürü yeni etkinlik de eklenmiş. Sınav dönemi öncesi oturup ekipçe sınavlara çalışmak, çatıya çıkıp ekipten biriyle beraber sebze meyve ekip biçmek ya da yurdun mutfağında yemek yapmak gibi etkinliklerde dönen muhabbetler, özellikle Persona 4 ve 5’ten 3’e gelenlerin çokça hissettiği “Karakterler öyle toplanmış dünyayı kurtarıyor” havasını ortadan kaldırıp, gerçek bir arkadaş grubu hissiyatını çok güzel veriyor. Ve tabii ki bu karakterlerin yeni seslendirme ekibi de bu havayı çok güzel yansıtıyor. Birçok insan seslendirme kadrosunun değişmiş olmasına burun kıvırmıştı ama şahsen yeni ekip gerçekten de başarılı bir iş çıkarmış. Aralarındaki kimya gerçekten çok iyi, zaten seslendirme sanatçılarını sosyal medyalarından da takip eden biri olarak gerçek hayatta da kimyalarının iyi olduğunu gördüğümden pek şüphem yoktu benim dürüst olayım.

Karakterlerden ve seslendirmeden bahsediyorken, Sosyal Bağlardan (Social Link) da bahsetmemek olmaz şimdi. Her şeyden önce artık tüm Sosyal Bağ sahnelerinin tamamen seslendirilmiş olmasından ve hepsinin de ana seslendirme ekibi kadar başarılı olduğunu söylersem pek de şaşırmazsınız sanırım. Bir de beni Persona 3 oynarken sinir eden, Persona 3 Portable’da da zorla harem yoluna sokan Sosyal Bağını en yüksek seviyeye çıkardığınız tüm kız arkadaş olunabilecek kadın karakterlerle kız arkadaş olmak zorunda değilsiniz. Ben Fuuka’yla gayet sadık bir ilişki yaşamak istiyorum kardeşim, zorla aldattırıyordu oyun bana!

Oyunun “Sosyal Hayat Simülasyonu” muhabbetlerini kapatmadan önce belirtmem lazım. Her ne kadar bazı noktalarda oyunun yazımı ve olayları 2000’lerde kalmış da olsa, benim için Persona 3’ü oynadığım diğer JRYO’ların (hatta genel olarak RYO’ların) önüne koyan şey hâlâ Reload’da da mevcut: Oyunun duygusal ağırlığı ve samimiyeti. Sosyal Bağlardan oyunun ana senaryosuna kadar tüm karakterler, tüm olaylar günün sonunda oyunun temaları olan “Amacını bulma”, “Seçimlerini ve onunla gelen sorumluluğu kabullenme”, “Kayıplarla yaşama” ve daha birçok, normal hayatta karşımıza ansızın çıkabilecek şeyleri illaki bağ kurabileceğiniz şekilde size yaşatıyor. Ne bileyim, çocuğunu kaybetmiş yaşlı bir çift, ebeveynlerinin problemlerini kendi suçuymuş sanan küçük bir kız, Fransa’dan Japonya’ya gelmiş bir transfer öğrencisi, sosyalleşmede sorun yaşayan liseli bir kız… Hepsi bir şekilde, bir noktada size dokunabiliyor, bir şeyler hissetmenizi sağlıyor. Oyunun kendi senaryosunda dönen muhabbetlerden bahsetmiyorum bile. Seslendirme ekibi ve oyunun yazımı da bu duyguları aşırı başarılı bir şekilde tecrübe ettiriyor. Persona 3 Portable’ı tecrübe edişimin öncesinde ve hemen sonrasında benzer olaylar yaşamış, depresyonla cebelleşmiş ve yakın zamanda da ölümlülüğümüzün farkındalığını tekrar görmüş biri olarak benim için bu oyunun yerinin ayrı olmasının en büyük sebebi de bu olsa gerek. Her ne kadar konular ağır olsa da, Persona 3 gerçekten de bana oynadığım diğer Persona’lardan, hatta neredeyse diğer bütün oyunlardan daha samimi ve sıcak gelen bir oyun.

TARTAR SOSU: RELOAD

Persona 3 oynayan çoğu insanın en büyük şikayetlerinden biriyse tabii ki de oyunun acımasız, sıra tabanlı vuruştuğumuz kısmı olan koca zindan, Tartarus. Ve tahmin edebileceğiniz üzere, oyunun hikâyesinde çok büyük bir yere sahip olmasından dolayı Tartarus da hâlâ oyunda. Fakat korkulacak bir şey yok, geliştirici ekip Reload’un Tartarus tecrübesini iyileştirmek için bir hayli çaba sarf etmiş ve ortaya oynaması daha tatmin edici bir dungeon crawler çıkmış.

Orijinal Persona 3’ün Tartarus’undaki sıkıcılık burada yok. Her kat görsel olarak aşırı güzel, savaştığınız düşmanlar, özellikle aralardaki mini bossların zayıflığı olmadığında gerçekten kafanızı kullanmanızı ve oyunun size sunduğu mekanikleri kullandırmaya zorluyor. Oynanış genel olarak bir hayli güzelleşmiş ve Persona 3’ten bu yana öğrendikleri birçok şeyi Reload’a da getirmişler. Persona 5’teki “Baton Pass” olayı Reload’a da gelmiş, “Teürji Saldırısı” (Theurgy Attack) adı altında, Final Fantasy’lerin Limit Break’leri tarzında yeni bir mekanik de eklenmiş.

Genel olarak Persona 5’ten bu yana gördüğümüz o “stilistik tasarım”, Reload’da da kendini gösteriyor: Topyekûn Saldırılar daha havalı, karakterlerin silahlarıyla yaptığınız saldırılar çeşitli, kritik hasar verip vermeyeceğini animasyonlardan anlayabiliyorsunuz. Çoğu insanın sıra tabanlı oyunları sıkıcı bulup Persona 5’i sıkıcı bulmamalarının sebepleri ve daha fazlası Reload’da da bulunuyor.

Bunun dışında Tartarus’ta gezinmenin eskisi gibi yorucu olduğunu da belirtmemde fayda var. Gerek Sosyal Bağlarınızı ilerleterek Elizabeth’ten ödül olarak alabildiğiniz, gerek Tartarus’ta ya da oyunun dünyasında gezinirken yerde bulabileceğiniz Alacakaranlık Parçalarıyla isterseniz Tartarus’un girişindeki saatten, isterseniz de Tartarus’un içinde karşınıza çıkabilecek saatlerden takımınızın sağlık ve ruh puanlarını tamamen doldurabiliyorsunuz. Partideki karakterlerin yorulması gibi mekanikler de ortadan kaldırıldığından dolayı, tıpkı Persona 5’te ilk günden bir soygunu tamamlayıp son güne kadar sosyal bağ ve sosyal yetenekleri kasma olayını Reload’da da rahatlıkla yapabiliyorsunuz artık. Ayrıca Shuffle Time da duruyor ama artık kartları rastgele değil, istediğiniz gibi seçebiliyorsunuz ve yeni Personalarınızı SMT ya da Persona 5’in aksine buradan alıyorsunuz genellikle.

MEMENTO MORI

Persona 3: Dancing in Moonlight’ı oynadığımdan bu yana “Atlus yiyorsa Persona 3’ün remake’ini yaparsın! Bu güzelim HD modelleri dans oyununda harcayamazsın birader!” deyip duruyordum. (Aynı cümleyi ben de çok kurdum bu arada -Can) Çok canımı sıkıyordu çünkü en sevdiğim oyunun karakterlerini bu kadar canlı ama sadece bir ritim oyununda görmek… Persona 3 Reload’u ilk defa açtığımda, Iwatodai İstasyonu’nu Karanlık Saat’te böyle canlı grafiklerle görmenin hissiyatını gerçekten anlatamam. Rahat ilk 10 dakikamı etrafta yürüyerek, yurda gitmeyi reddederek geçmiştir. Bu yeni, daha canlı görsellik “oyunun karanlık temasını götürüyor” endişeniz olmasın, karanlık olması gerektiği yerlerde bir hayli karanlık. Hâlâ Persona 3’ün özünde olan, özellikle sonraki oyunlara nazaran daha karamsar ve ağır temaları çok sağlam bir şekilde taşıyor Reload bu yeni görsellikte de.

Bunun yanı sıra oyunun yenilenmiş ve remixlenmiş soundtracki de bir hayli güzel. Yani artık Atlus oyunları için “Müzikleri iyi” demek, “Gökyüzü mavi” demeye eşdeğer bir şey oldu ama, yine de belirtmek istiyorum ya! Vokaller eski şarkılarda bazen sırıtsa da (Mass Destruction’da “Beybe” yerine “Beybi” denmesi sinirimi bozmadı değil) çoğunluğu gerçekten başarılı ve yeni şarkılar da tam anlamıyla “banger” denilebilecek türden. Özellikle geceleri Paulownia AVM’sinde ve Iwatodai İstasyonu’nda çalan, Lotus Juice’un yine MC’liğini üstlendiği şarkı a-şı-rı sağlam.

Ve fark etmişsinizdir ama inceleme boyunca oyundaki tüm terimlerden mümkün olduğunda Türkçe olarak bahsettim. Sebebiyse geçen yaz sızan bilgilerin gerçek olması: Persona 3 Reload, ilk Türkçe Atlus oyunu! Ve… Fena değil diyebiliyorum sadece. Hani Türkçe oynanmayacak kadar kötü değil, yanlış çeviri pek yok. Yanlış çeviriden daha çok “O oraya olmamış” çeviriler bulunuyor. İnceleme için tüm Sosyal Bağları tamamlayıp kontrol etme gibi bir fırsatım olmadı ama herkesin ne dediği ya da ne ima ettiği çok rahat anlaşılıyor. Bazı noktalarında bir hayli iyi, yerelleştirmeye yakın çeviriler varken, bazı noktalardaysa bağlamdan kopuk çeviriler olması can sıkıcı. İngilizceniz varsa İngilizce oynamanız daha iyi olur ama Türkçe çevirisi de oyundan koparacak kadar kötü değil.

Fakat günün sonunda, Persona 3 Reload olabileceği en iyi yeniden yapımlardan biri olmuş. Çıkana kadar gerim gerim gerildim, Atlus acaba bu sefer eline yüzüne bulaştırır mı diye korktum ama… Haksız çıkmak beni hiç bu kadar mutlu etmemişti. Atlus gerçekten de hem Persona 3’ün özünü korumuş, hem de oyunu gerek görselliğiyle gerek oyuncu tecrübesi iyileştirmeleriyle gerekse de oynanıştaki iyileştirmelerle günümüze başarılı bir şekilde getirebilmiş. Reload’un başında Persona 3 Portable’a ilk defa başladığım günde neler hissettiysem, oyunun sonunda Persona 3 Portable’ı ilk defa bitirdiğim günde hissettiğim şeylerin aynısını hissettim. Bu da bu oyunun zamansızlığının kanıtı değilse, artık nedir bilmiyorum.

Yorum yapın